500 Yıldır Türk Edebiyatının Kosova’daki Büyük Sancağı: Sûzî Çelebi
Perşembe, Eylül 5, 2024Sûzî Çelebi, 500 yıldır dalgalanan Türkçe bayrağımızdır. Bugün bu topraklarda Türkçe güçlü bir şekilde yaşıyorsa, başlattığı Türk edebiyatı geleneği bugün dahi çağdaş formlarda kendinden söz ettiriyorsa, camilerden beş vakit ezan yankılanıyorsa başta Sûzî Çelebi, kardeşleri ve onun gibi bu topraklarda yetişen ulularımız sayesindedir.
Sûzî Çelebi, beş yüzyıldır dalgalanan Türkçe bayrağımızdır. Bugün bu topraklarda Türkçe güçlü bir şekilde yaşıyorsa, başlattığı Türk edebiyatı geleneği bugün dahi çağdaş formlarda kendinden söz ettiriyorsa, camisi ve etraftaki camilerden beş vakit ezan yankılanıyorsa başta Sûzî Çelebi, kardeşleri ve onun gibi bu topraklarda yetişen ulularımız sayesindedir.
Rumeli, divan edebiyatı şairlerinin büyük çoğunluğunu, bilhassa kurucu şahsiyetlerini yetiştiren Türkçenin kadim ocağıdır. Bu geleneğin Rumeli’de kurucu kadroları arasında yer alan en önemli isimlerden biri olan Kosovalı Sûzî-i Rûmî, Kosova’daki klasik Türk edebiyatının ilk ve en ünlü isimlerinden, bölgedeki ilk Türk büyüklerinden biridir. 1455-1465 yılları arasında Prizren’de doğan Sûzî Çelebi’nin asıl adı Mehmed b. Mahmûd b. Abdullah’tır. Babası Mahmud, dedesi Abdullahtır. Ayrıca Sûzî-i Pürzerrînî, Mevlânâ Sûzî, Sozi Çelebi/Efendi/Baba, Molla, Nakşibendî, Müderiz, Zerrîn gibi sanlar, takma adlar ve mahlaslar da kendisine layık görülmüştür. Bütün tezkirelerde Sûzî Çelebi’den övgü ile bahsedilir.
Mezar taşındaki yazıda ismi “Sûzî Zerrîn” olarak geçer. Sûzî, Osmanlı-Türk şairi, eğitimcisi ve tarih yazarı olarak bölgedeki edebî yaratıcılığımızın başlangıç noktası, bir diğer deyimle sıfır kilometre taşıydı. Sûzî Çelebi’nin ölümünün 500. yılının kaydedildiği bu coğrafyada hâlâ canlı ve güçlü bir şekilde devam eden Türk edebiyatı geleneğinin kökleri ta beş yüz yıl ötelerine uzanır. Divan edebiyatı geleneğinin başlangıç noktasında Sûzî Çelebi, Türk edebiyatının bölgedeki mümtaz ve değerli şahsiyetlerinden biri olarak ön plana çıkar. O sadece Balkanlar’da klasik Türk edebiyatının değil, kurduğu medrese ve kütüphaneyle de yükseköğrenim ve kütüphaneciliğin de ilk temellerini atmıştır. Mahlas olarak taşıdığı Farsça kelime “Sûzî”, “alevli” ve “aşk ateşiyle yanan” anlamlarına gelir.
Sûzî’nin Nehârî ve Sa’yî adında iki bilgin ve şair kardeşi vardır. Prizrenli Âşık Çelebi, Sûzî’nin Neharî ve Remzî Çelebi adında iki büyük kardeşinin-ağabeyinin olduğunu ve onların Sûzî’den önce öldüklerini, kadı olan Mahmud’un oğlu olduklarını bildirir. Nehârî hakkında bilgi verirken şair Sa’yî’nin kardeşi olduğunu yazar. Sa’yî hakkında yazdığı maddede ise Nehârî’nin küçük kardeşi olduğunu bildirir. Bu bilgiler başka tezkirelerde de vardır. Bunlara göre Sûzî’nin, Nehârî, Remzî ve Sa’yî adında üç kardeşi olduğunu söyleyebiliriz. Neharî ve Remzî, Sûzî’nin ağabeyleridir, Sa’yî ise küçük kardeşidir. Sûzî’nin ayrıca Mü’mîn mahlasıyla eserler veren bir yeğeni de vardır. Bu anlamda ailesinin müellifler yetiştiren bir aile olduğunu söylemek mümkündür. Sûzî Çelebi, Nakşibendî tarikatına mensup olduğu için Sûzî-i Nakşibendî olarak da bilinir. Kardeşi Nehârî ile birlikte bir süre medrese tahsiline tabi olur. İstanbul’da eğitim görür. Sûzî’nin eğitim gördükten sonra görev almadığını bildiren tezkireler onun kadı olduğunu kaydetmiş, ama kadılık yaptığı süre ve yer hakkında bilgi vermemiştir. Sûzî sonrasında Rumeli şehirlerine seyahatler gerçekleştirir. Âşık Çelebi Meşâirü'ş-Şuarâ tezkiresinde Prizren doğumlu Mü’mîn isminde bir şairden söz ederken, şairi Nehârî-zâde olarak tanımlar. Yani Mü’mîn Sûzî’nin yukarıda da bahsettiğimiz gibi yeğenidir . Sonra da Çelebi, Mü’mîn’in hayatı hakkında bilgiler aktarırken soyunun Safur (?) adlı birine ulaştığını ifade ettiğini, bu soydan gelmekten de gurur duyduğunu belirtir. Hatta bu övüncünü ifade etmek üzere Safur-nâme adlı bir kitap yazdığı da yine Çelebi tarafından verilen bilgiler arasındadır. Prizren doğumlu ve bu şehir şairlerine özel bir alaka ile yaklaşan Âşık Çelebi’nin bu bilgileri çağdaş bir kaynak olarak önemlidir. Bu bilgiler ayrıca Sûzî’nin ailesinin bilime ve sanata aşina, şiiri ve kültürü önemseyen bir konumda olduklarını da gösterir. Sûzî dışında kardeşleri Nehârî ve Sa’yî ve yeğeni Mü’min, tezkirelere girecek derecede 16. yüzyılın çok önemli şairleridir.
Sûzî Çelebi, Mihaloğlu Gazi Alibey’in akıncısı ve hususi kâtibidir. Akıncı başbuğu ailelerinden Mihaloğulları’ndan Plevne kolunu temsil eden Gazi Ali Bey’in (ö. 906/1500) maiyetine girerek akınlarını ve kahramanlıklarını yazmıştır. Bu görevle bir nevi “muharip askerlik” yapmış ve Mihaloğlu Gazi Alibey’in Bosna, Sırbistan, Macaristan’a yaptığı savaşlarını, Tuna boylarında, Avusturya sınırlarına kadar uzanan maceralarını manzum olarak kaleme almıştır.
Mihaloğlu akıncıları genellikle Niğbolu ve Plevne tarafında bulunur ve bir akıncı kumandanı idaresi altında istenilen yere, ekseriyetle Orta Avrupa ülkelerine akınlar yaparlardı. 15. yüzyılın ikinci yarısında bu akıncı aile, yaptıkları akınlarla Türk gücünü cihana tanıtmış ve bütün Orta Avrupa’yı dehşete düşürmüşlerdir. Mihaloğlu akıncıları, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1595’e kadar, yaklaşık 300 yıl Rumeli’deki önemli sefer, fetih ve akınlara katılmışlardır.
Akıncı beylerinin yanlarında gazalarını nazma çekecek şair bulundurmaları adettendi. Mihaloğlu ailesi için de Sûzî, böyle bir görevi ifa etmişti. Gazi Ali Bey’in vefatından sonra oğlu Mihaloğlu Mehmed Bey’in akınlarını da yazmaya sürdüren Sûzî Çelebi, hayatının bir bölümünü Belgrad'da geçirdi. 916 yılında (1510) Prizren’e döndü. Çelebi Prizren’de kalan ömrünü halka hizmetle geçirdi. Burada İlyas Hoca Mahallesi’nde Akdere (Bistrica-Lumbardhi) kenarında bir vakıf, vakıf eseri olarak da cami, mescit, türbe, medrese ve içinde kıymetli kitaplar bulunan bir kütüphane inşa etti. Medresenin yanına bir çeşme ile köprü (Sûzî Köprüsü), su arkı ve değirmen yaptırdı. Grajdanik’teki Sûzî mesire yerinde bulunan Delikli Taş, çeşme, türbe ve Sozi deresi ise ahali tarafınca korunmaktadır. Prizren’in Osmanlı dönemine ait en eski eserlerinden biri olan Sûzî Camii günümüzde faal ibadethanelerden biridir. Camii haziresinde birçok kabirle birlikte Sûzî Çelebi, kardeşi Neharî ile birlikte yan yana yatmaktadırlar.
Prizren’e dönerken Kalkandelen kadısının bir yetimin hakkını yediğini öğrendiğinde halka zulmeden bu kadı hakkında yazdığı manzum ihbar (dava) Yavuz Sultan Selim Han’ın eline geçince kadının azledilmesine karar verilmiştir. Sultanın Sûzî’nin bu hareketini çok beğendiği, Sûzî’yi İstanbul’a davet edip 1512-1520 tarihli “temlik-name” ile kendisine Prizren yakınlarındaki Grajdanik çiftliğini ve çiftlik gelirinin onda birini verdiği kaydedilir.
Bu çiftliğin gelirini yaptırdığı cami ve medreseye vakfettiğini ise 919 (1513) tarihli vakıfnâmesinden anlıyoruz. Sûzî Çelebi vefatına kadar bu camide imamlık ve medresede hocalık yaptı. 1 Muharrem 931’de (29 Ekim 1524) Prizren’de ebediyete irtihal etti ve camisinin haziresine defnedildi. Şair kardeşleri Nehârî’nin ve Sa’yî’nin kabirleriyle birlikte, Sûzî Çelebi’nin Ayşe adındaki kızının da caminin haziresinde medfun olduğu biliniyor.
Sûzî’nin şairliğinden övgüyle bahseden bütün şuara tezkireleri, onun şairlikte zirveyi yakalayan sanatkâr bir tabiata sahip olduğunu ifade ederler. Kişiliğinden bahsedilirken ilimle uğraştığı, hoş tabiatlı, şiir söylemeye kadir ve zihni pak olduğu vurgulanır. Ayrıca kendisinin pervasız, serbest, şiiri latif, çok zarif ve cömert bir kişi olduğu da söylenir.
Divan tertip ettiği bilinen Sûzî Çelebi’nin eldeki tek eseri mesnevi tarzında kaleme aldığı Gazavatnâme’sidir (Gazavâtnâme veya diğer kullanımıyla gazânâme, Türk edebiyatında ordunun akınlarının, savaşlarının, kahramanlıklarının ve zaferlerinin, düzyazı ya da şiir biçiminde anlatıldığı türdür). Bu eserinde de Sûzî Çelebi Mihaloğlu Alibey’in mücadelesini ve kahramanlıklarını kaleme almıştır. Genelde tarihî mahiyette ve didaktik olan gazavatnâmelere göre, Sûzî'nin bu gazavatnâmesinde şiiriyet ve lirizm ön plâna çıkar. Bu eserde Osmanlı Devleti’nin başlangıç aşamasındaki akıncı ruhunu ve akıncıların gaza psikolojisini açıklıkla görmek mümkündür. İki akıncı beyinin hem biyografilerini hem de gazalarını konu alması bakımından ve ayrıca Balkan fetihleri açısından da bu gazavatnâme ayrı bir öneme sahiptir. Sehî Bey’in tezkiresine göre Gazavatnâme olarak bilinen Sûzî’nin bu eseri 15 bin beyitli bir mesnevi olup eserden bugüne yalnızca 1795 beyit ulaşmıştır.
Sûzî Çelebi’nin eserini Prizren’e gelmeden tamamladığı bellidir. Her beyti başlı başına uyaklı ve başından sonuna kadar 11’li hece veznindedir. Agâh Sırrı Levend 250 gazavatnâme üzerinde yaptığı araştırma ve inceleme sonucunda Sûzî’nin Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnâmesi’nin konusu ve deyişi bakımından tam bir “gazavatnâme” karakteri taşıdığını ve bu akıncının gazalarını eserine mihver yaptığını, Fatih ve II. Bayezid devrindeki sürekli akınlarla ünlü akıncıları, bir tarihçiden fazla bir şaire yaraşan ustalıkla anlattığını belirtir. 1956 yılında Türk Tarih Kurumu yayınlarınca yayımlanan Agâh Sırrı Levend’in Gazavat-Nameler ve Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavat-Namesi kitabında gazavatnâmeler hakkında verilen genel bilgilerden sonra Sûzî ve Mihaloğlu Ali Bey hakkında da bilgiler verilmiştir.
Sûzî Çelebi’nin Gazavatnâme’si tevhid ve münâcât ile başlar, devamında Mihaloğlu Ali Bey’in ve oğlu Mehmed Bey’in akınları ve hayatının diğer önemli olayları anlatılır. Sûzî’nin bu eseri, söz konusu iki akıncı beyinin hem biyografilerini hem de gazâlarını konu alması bakımından önemli ve değerlidir.
Rumeli fetihleri hakkında olduğu gibi akıncı beylerinin yaşam tarzları hakkında da doğrudan bilgi veren değerli bir kaynağı oluşturan bu eserdeki üç yüze yakın gazavatnâme ve fetihnâme, akıncı gazalarını anlatan tek örnektir. O döneme göre eserini oldukça yalın bir dille kaleme alan Sûzî Çelebi, coşkulu ve canlı bir üslûbu tercih etmiştir. Akınlara bizzat katılan Sûzî’nin eserine bu durum üslup olarak tesir etmiştir.
Sûzî Çelebi’nin gazavatnâmesi edebî değerinden başka tarihî açıdan da değerli bir kaynaktır. Bu gazavatnâme, olduğu gibi akınlarda uçan kelleleri ikiye biçilen gövdeleri, sel gibi akan kanları, devrilen atları, yıkılan şehirleri, ele geçirilen esirleri, büyük kahramanlıkları heyecan seli içinde anlatan nadir eserlerden birisidir. Eserde bir yandan savaşın ne kadar ibret verici olduğu; diğer yandan şairin gezip gördüğü yerleri, özellikle Tuna boyunun güzelliklerini şairane duygularla anlatılır. Şairin gezip gördüğü yerlerin, özellikle Tuna boyunun güzellikleri ve Ali Bey’in âşık olduğu Meryem ile arasındaki aşk, şairin olağanüstü şairane duygularıyla anlatılır. Sûzî Çelebi’nin hele Mihaloğlu Alibey’in ağzından Tuna’ya öyle bir seslenişi vardır ki, bu on üç beyitlik hitap, akıncıların Tuna’yla nasıl haşir-neşir olduğunun en güzel ifade edilişidir. Ayrıca yine bu bölümde Türk’süz bir Tuna’nın sadece bir nehirden öteye geçemeyeceği çok çarpıcı bir şekilde belirtilir.
Sûzî Çelebi’nin vakıfnamesiyle birlikte, dört nüshası bilinen gazavatnâmesi, edisyon kritiği yapılarak Agâh Sırrı Levend tarafından yayımlanmıştır. Sûzî’nin Mihaloğlu Alibey’in olağanüstü kahramanlıklarını coşkuyla betimleyen mesnevisinden başka gazel, nazire ve hicivli şiirler yazdığı da bilinir. Bursalı Mehmet Tahir Efendi ise Osmanlı Müelifleri’nde Sûzî’nin bir divanının da olduğunu bildirir.
Sûzî Çelebi, aynı zamanda üstün bir ilim ve fikir sahibidir. Mükemmel Türkçesi yanında Arapça, Farsçayı da iyi bilmektedir. Mektebinde müderrislik, mescidinde hocalık yaptığı için ve sarık taktığından dolayı “Mevlana Sûzî”; görgülü, edepli bir kişi olduğu için de “Sûzî Çelebi” olarak kendisinden bahsedilir. Prizren’de halk Sûzî’den ayrıca “Evliya, Sûzî Baba ve Sûzî Efendi” olarak da bahseder
Eserinden millî değerlere bağlı bir şahsiyet olduğu görülen Sûzî Çelebi gazavetnâmesinin özellikle 348. beyitinde de Türk milleti için kullandığı şu ifadelerle Türklük övüncünü dile getirmiştir: “Bu Türk azdur deyü etme bahâne/ Odun bir şu’lesi besdür cihâne…” (Türk sayıca azdır diye bahane bulma; ateşin bir kıvılcımı dünyayı yakmaya yeter!)
Mezar taşında, “Hüvelbaki! Burada merhum Prizrenli Sûzî, yatmaktadır. Sene 931. Allah’ın merhameti onunla olsun.” yazılıdır. A. Olesniçki’ye göre, “Sûzî bir çatışmada şehit düşerek ölmüştür. Türbenin kıble duvarında bir niş ve nişte iki şamdan bulunmaktadır. Prizrenli Müslümanlar merhumun ruhu için orada mum yakarlar. Ama bu olay şimdi nadirdir, eski gelenekler artık unutulmaktadır.
Vefatından sonra Sûzî Camii’ni, birçok kıymetli kitapları bulunan Sûzî Çelebi Kütüphanesi’ni, Sûzî Mektebi’ni, kendi adını taşıyan mektep önündeki Sûzî Çeşmesi ve Grajdanik’teki çiftliğini de vakıfname ile belli insanlara ve yakınlarına bırakır. Çiftliğinde çayır, tarla, dört taşlı değirmeni, İlyaz Kuka Mahallesi’nde üstü mescit altı muhalimhane olan bir evini de miras bırakır. Fakat Sûzî’nin bıraktığı en büyük mirası, Gazavatnâme’sidir ve bu eseriyle öldükten sonra her daim rahmetle anılmak arzusuna erişir.
Sûzî’ye verilen Grajdanik çiftliğinde bir yer vardır ki o zamandan günümüze kadar “Sozi” olarak bilinir ve halk burayı bugün de böyle bilir. Burada Sûzî deresinin kaynağı, derenin sol kıyısında Sûzî Mesiresi, Sûzî Çeşmesi, delikli taş ve derenin sağ kıyında Sûzî Türbesi olarak adlandırılan bir mağara vardır. Bu delikli taştan geçenlerin kötü ruhlardan arındığına, günah işleyenlerin ise delikli taş içinde sıkıştığına inanılır. Ayrıca hasta olanların vücudundaki ağrı ve hastalıklardan iyileşeceğine inanılır.
Tüm bu özellikleriyle Sûzî Çelebi ve eserleri yeni Kosova Cumhuriyeti yasalarıyla da koruma altına alınmalıdır. Sûzî’den kalan taşınmazlar:
1. Prizren’de Hicri 1277 Miladi 1861 yılından sonra minare eklenen Sûzî Mescidi, 2. mescide yakın kütüphane, 3. mescide yakın dershane (mektep), 4. cami haziresinde türbe 5. kütüphane binasına bitişik çeşme, 6. mescidin önünden akan Bistriça suyu üzerindeki taş köprü, 7. mescit yakınlığından başlayarak Grajdanik’e kadar giden 7 km uzunluğunda su arkı, 8. Grajdanik’te Sozi olarak bilinen yerde ve dere kenarındaki çeşmedir. Sûzî’nin Grajdanik’teki çiftliği gasp edilmiş, Naşets’teki Sûzî Değirmeni kamulaştırılarak yıkılmıştır. Eserlerinin devlet koruması altına alınmaması dikkatsizlik değil, millî kültürümüze, tarihimize, büyük şairimizin aziz hatırasına da saygısızlıktır.
Türk Yazarlar Derneği’nin 1998 yılını Sûzî yılı ilan etmesiyle Türk kuruluşları ve bireyler Sûzî hakkında değişik etkinlikler gerçekleştirmişlerdir. Aluş Nuş’un başkanı olduğu Türk Müziği Konservatuvarı’nda “Prizrenli Yazarlar Kolu” kurulmuş ve Sûzî hakkında şiir saati ve toplantı düzenlenmiştir. Balkan Aydınları ve Yazarları “BAY” Dergisi Nisan ayında yayımlanan 29. sayısını Sûzî’ye adamış; Agâh Sırrı Levend’in Sûzî ve Mihaloğlu Ali Bey Gazavatnâmesi hakkındaki araştırmasını, bilim adamlarımızın Sûzî hakkındaki inceleme, araştırma yazılarını ve Prizren ile çevresinde bugüne kadar korunan Sûzî’nin vakıf eserlerini ve ilgili belgelerin fotoğraflarını içeren kapsamlı bir kitap olarak BAY Yayınları olarak yayımlamıştır. Türk Yazarlar Derneği de sempozyum olarak planladığı etkinliği Kosova Savaşı gerginliği ve olumsuz şartları yüzünden anma etkinliği olarak tertiplemiştir.
Sûzî’nin hatırasını yaşatmak için Prizren'de ayrıca bir sokağa da ismi verilmiştir. Cami ve mezarının bulunduğu semt de Sûzî Mahallesi olarak bilinir. Adını ölümsüzleştirmek için Kosova Türk Yazarlar Derneği de, dernek uhdesindeki yılın edebiyat ödülünü “Sûzî Çelebi Edebiyat Ödülü” olarak isimlendirmiştir.
Viraneye dönüşmüş kabri, Prizren’in Sûzî Çelebi Camii haziresinde içler acısı bir şekilde harabe ve metruk durumdadır. Mezarının bu akıbeti ne yazık ki utanç vericidir. Mezarı küçük bir duvarla çevrili, mezar taşı üzerinde ölüm yılı yazılı, üzeri ve etrafı otlara boğulmuş hâldedir. Gerekli önlemlerin alınması için “DOĞRU YOL” Türk Kültür Sanat Derneği ve Kosova Türk Yazarlar Derneği ilgili devlet makamlarına yapmış olduğu yazılı başvurudan sonra, bu büyük müellifin kabrinin ve etrafının restorasyonunun ve çevre düzenlemesinin yapılacağının sözü verildiyse de çalışmalar henüz başlamamıştır.
Sûzî Çelebi, vakıf eserleriyle yüzyıllar boyu Prizren’de kültürümüzün ve millî değerlerimizin ayakta kalması için önemli hizmetler sunmuştur. Kosova Savaşı’ndan sonra bir dönem Vehhabi bir imam ile cemaate emanet kalan camii haziresindeki Osmanlı mimari ve estetiğinin en güzel örneklerini yansıtan etraftaki mezar taşları yıkılmaya teşebbüs edilmiştir. Yıkılan mezar taşları bahçe duvarına yaslanmış şekilde hazin hâldedir. Duruma tanık olan semt sakinlerinin müdahalesiyle durdurulan mezar taşlarının yıkımının akabinde yine Sûzî Köprüsü’nün yıkımı ile yeniden yapımında da benzeri hadiseler yaşanmıştır. Dönemin yerel Türk medyasının yayını olan Yeni Dönem gazetesinin tepki niteliğinde yayımladığı yazı ve haberlere rağmen, dönemin yerel idaresi tarafından inşa edilen yeni Sûzî Köprüsü eski orijinal yapıdan çok farklı bir çehre kazanmıştır.
Gaza, kültür, ilim, eğitim ve sanat adamı özelliklerinin tümünü şahsiyetinde bütünleştiren Sûzî Çelebi, Rumeli topraklarının Türkleşmesinin ve İslamlaşmasının öncü sembol isimlerinden biridir. O, bizlere ölmez eserler bırakarak ölümsüzleşen atalarımız arasındaki müstesna yerini; bir ilim adamı, yazar ve şair olarak bizlere güzel Türkçemizi, millî kimliğimizi, dinimizi ve kültürümüzü miras bırakarak almıştır.
Sûzî Çelebi, beş yüzyıldır dalgalanan Türkçe bayrağımızdır. Bugün bu topraklarda Türkçe güçlü bir şekilde yaşıyorsa, başlattığı Türk edebiyatı geleneği bugün dahi çağdaş formlarda kendinden söz ettiriyorsa, camisi ve etraftaki camilerden beş vakit ezan yankılanıyorsa başta Sûzî Çelebi, kardeşleri ve onun gibi bu topraklarda yetişen ulularımız sayesindedir.
Bu ulvi şahsiyetin aziz hatırası; haziresinin külliyesiyle birlikte gerekli bakım ve onarımını akabinde de 500. ölüm yıldönümünde layık olduğu şekilde yâd edilmeyi beklemektedir. Bu konuda yetkili makamların duyarlı davranacaklarına ve gerekli somut adımları atacaklarına inancımız tamdır.
Bağlar'ın 6. sayısını okumak için tıklayın.Bağlar'ın tüm sayılarını okumak için tıklayın.