Cengiz Aytmatov'un Beyaz Gemi, Cemile ve Toprak Ana Romanlarında İnsana ve Tabiata Dair Bazı Tasvirler
Pazartesi, Haziran 10, 2024Türk dünyasının büyük yazarı Cengiz Aytmatov’un insana ve tabiata dair kıymetli tasvirler barındıran Beyaz Gemi, Cemile ve Toprak Ana romanlarından bazı alıntılarla, yazarın insanı ve tabiatı ele alış biçimini bir kez daha hatırlayalım.
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “Issık Göl”:
Yeryüzünün ta öbür ucunda, görülebilen yerin en uzağında, kumlu sahilin ötesinde, ortası kabarık gibi duran bir göl görünüyordu. Issık Göl idi bu. Yer ve gök orada birleşiyordu. Ondan ötede hiçbir şey yoktu. Göl, pırıl pırıl parlıyordu. Kımıltısız ve ıssızdı. Yalnız sahilde, dalgaların ak köpükleri güçlükle fark ediliyordu.
Beyaz Gemi
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “çocuk”:
Çay boyunca yüzüp gittin çocuğum. Şimdi ben sana yalnız şunu söyleyebilirim: Çocuk kalbinin, çocuk ruhunun bağdaşamadığı her şeyi reddettin. İşte beni teselli eden de budur. Bir şimşek gibi yaşadın sen. Bir defa çaktın ve söndün. Şimşeği çaktıran göktür. Ve gök ebedîdir. İşte budur beni teselli eden. Bir başka tesellim daha var: İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır...
Beyaz Gemi
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “akşam ve gece”:
Akşamları işi bittikten sonra eve dönen dedem bana masal anlatır. Bilirim dışarısı çok, çok karanlık; çok, çok soğuk olur. Rüzgâr acı acı eser. Böyle gecelerde en büyük dağlar bile, evet onlar bile birbirine sığınırlar. Evlerimizin tam yakınına, pencerelerimizin ışığına sokulurlar.
Beyaz Gemi
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “ilkbahar”:
Ama ilkbahar öyle güzeldir ki bizim oralarda. Havalar ılıyınca çobanlar yine gelirler ve dağlarda yalnız kalmayız. Fakat çayın öbür yakasında kimse olmaz. Orada yalnız orman ve orman canlıları vardır.
Beyaz Gemi
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “gökyüzü”:
O gece gökyüzüne bakarak uzanırken, Samanyolu yeni, çizilmiş gibiydi, kucağı saman dolu biri yeni geçmişti sanki yıldız serpintileri ışıl ışıl yanıyordu.
Toprak Ana
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “yağmur”:
İki üç dönüş daha yapsak bahçenin sürülmesi bitecekti, ama buna vakit bırakmadan yağmur geldi, pıtır pıtır ses çıkararak neşe ile yağmaya başladı. Önce öküzlerin sırtına seyrek iri damlalar inmiş, biraz duralar gibi olmuş, sonra sağanak şarıl şarıl, gürül gürül akmaya başlamıştı. Bir anda bütün köyü topladı ve karıştırdı. Tavuklar kanatlarını açıp gıdaklıyor, yavrularıyla bir kuytuya kaçıyor; kadınlar avluda iplere asılmış çamaşırları toplayıp evlere koşuyorlardı. Çocuklar ve köpekler, aksine evlerden fırlayıp sokağa çıkıyor, yağmur altında yarışıyor, bağrışıyor, yağmur şarkısını söylüyorlardı.
Toprak Ana
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “anlatmak”:
İnsan her şeyi anlatamaz, zaten kelimeler de her şeyi anlatmaya yetmez.
Cemile
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “fırtına”:
Çadırın yırtılan, kopan keçesi yorgun bitkin bir kuşun kanat çırpması gibi sallanıyor, savruluyordu. Yağmur yeri öpen şiddetli bir bora ile geliyor, alttan rüzgârlarla kamçılanıyor ve sonra seller gibi düşüyordu. Gökyüzünü yanlamasına geçen yıldırım da, göğü göçürür gibi müthiş bir sesle gürlüyordu. Şimşeklerin kızıl alevleri, dağların üzerinde, bahar lalelerinden bir yangın çıkarmıştı sanki.
Cemile
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “baba”:
Babam yaşlı bir dülgerdir. Her sabah tan ağarırken kalkar, kıbleye dönüp namazını kılar, dülger atölyesinin bulunduğu ortak avluya çıkar ve ancak akşam geç vakit eve dönerdi.
Cemile
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “vatan”:
Bütün yeryüzü güzelliklerini ve tasalarını gözlerimin önüne seren Danyar’ın türküleriydi. Bütün bunları nereden kimden öğrenmişti. Ancak vatanını çok seven ve uzun yıllar onun hasretini çeken birisi söyleyebilirdi bu vatan türkülerini. Hasret çektiği için öğrenip söylediğini çok iyi anlıyordum şimdi. Türkü söylerken onu, bozkır yollarında koşup oynayan ya da bu yolları arşınlayan küçük bir çocuk olarak canlandırıyordum gözümde. Belki bu vatan türküleri o çocukluk günlerinde, savaşta, ateş altında, sonu gelmez yürüyüşler arasında doğmuştu ruhunda.
Cemile
Cengiz Aytmatov’un kaleminden “gelenek”:
Evde anne baba sağ iken, avılın aksakalları ve yakın akrabalar varken en başta kadının adını anmak hele mektubu onun adına yazmak hiç yakışık almaz. Hatta herkesi şaşkına çeviren bir tuhaflık olurdu. Yalnız Sadık değil, kendisine saygısı olan her erkek böyle düşünürdü. Bu durumun düzeltilecek bir yanı da yoktu. Adet böyleydi. Ve bütün köy bunu pek tabii karşılardı. Tartışılması şöyle dursun, kimsenin üzerinde durduğu, aklına getirdiği bir konu değildi bu. Asla söz konusu edilemezdi. Önemli olan her mektubun hasretle beklenmesi, bir sevinç kaynağı olmasıydı.
Cemile