Endülüs’ten Osmanlı’ya Sığınan Yahudiler

Cuma, Temmuz 26, 2024

İber Yarımadası’nın yeni hâkimleri [İspanyollar], Yahudi cemaatine yaşam hakkı tanımayınca, Yahudiler yeni bir yurt arayışına girdiler. [Yahudi] göçleri öncelikle Osmanlı topraklarına [doğru] yoğunlaştı; zamanla Balkanlar’da, Selanik ve İstanbul gibi şehirlerde büyük Yahudi cemaatleri oluştu. Bu cemaatler, Osmanlı’da bulundukları mahallelerin isimleriyle bilinmekteydiler. Galata, Pera, Şişli, Sirkeci, Kuzguncuk, Marmara Kıyıları ve Adalar cemaatleri bu isimlendirmelere örnek teşkil etmektedir.

Yahudiler Endülüs’e İslam fetihleri başlamadan çok daha önce yerleşmişlerdi. İlk yerleşimleri Roma sürgününe dayanan Yahudiler, adanın her tarafına dağılmış durumdaydı. 711 yılında Yarımada’da İslam fütuhatının başlaması, Yahudi halk tarafından büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Müslümanlar buraya yerleşmeden çok önce, Roma’nın Hristiyanlığı kabul etmesiyle Yahudiler ikinci sınıf vatandaş konumuna düşmüşlerdi. Vizigotların İber Yarımadası’nı ele geçirmesinden sonra kısmen rahatladıklarını düşünen Yahudiler, daha sonra çok daha sert kurallarla karşılaşmış, dinî hakları ellerinden alınmış hatta köleleştirilmişlerdir. Müslümanların Yeşil Ada’ya ayak basmasıyla özgürlüklerine kavuşan Yahudiler, dinî bir cemaat olarak yeniden dirilip dinlerini ve değerlerini huzur içinde yaşama hakkına kavuşmuşlardır.

İber Yarımadası’nda dinlerini ilk defa bu kadar rahat yaşayabilen Yahudiler, zamanla Müslümanlara daha çok benzemeye başladılar. Başta dilleri olmak üzere, kılık kıyafetleri, yeme içme alışkanlıkları ve günlük hayatlarının pek çok alanında Müslümanları taklit ediyorlardı. Bugün Kurtuba’nın Yahudi mahallesini gezdiğinizde Mûsâ bin Meymûn’un heykeliyle karşılaşırsınız. Mûsâ bin Meymûn’un kılık kıyafetine bakınca, onu bir Müslümandan ayırt edemezsiniz. Sadece Yahudiler değil, aynı zamanda Hristiyanlar da Müslümanlara özeniyordu. Paul Alvarus, 9. yüzyılda yazdığı metinde Hristiyanların hâletiruhiyesini şöyle özetliyor: ‘‘Hristiyanlar, Arap romansları ve şiirlerini okumayı seviyorlar; onları çürütmek için değil düzgün ve fasih bir Arapçaya sahip olmak için Arap ilahiyatçıları ve filozoflarını öğreniyorlar. (…) Hristiyan edebiyatını dikkate değer bulmayarak küçümsüyorlar. Kendi dillerini unuttu bunlar.”1

Emevî devletinin zayıflaması ve ardından gelen devletlerde istikrarı koruyamamasıyla İslam şehirleri zamanla birer birer düşmeye başladı. Bu dönemde Yahudilere Avrupalı entelektüeller tarafından büyük ilgi gösteriliyordu. Zira onlar, hem Latince hem İbranice hem de Arapçayı çok iyi biliyorlardı. Tuleytula başpiskoposu Raimund; şehirde, Bağdat’taki Beytülhikme’ye benzer bir müessese kurarak Arapça öğrenimini ve Arapça eserlerin Latinceye tercümesini teşvik etmiş, hatta bizzat himayesi altına almıştır. 13. yüzyılda Tuleytula’dan sonra İşbîliye ve Mürsiye’de de tercüme okulları kuruldu.

Reconquista hareketinin 1492’de tamamlanabilmesi için yaklaşık 10 yıldır kuşatma altında tutulan Gırnata’nın düşmesi gerekiyordu. Bu kuşatma, İspanya kralları için çok maliyetli olmuş ve ancak Isaak Abravanel ile Abraham Senior gibi zengin Yahudilerin desteğiyle tamamlanabilmişti. Bundan dört ay sonra Elhamrâ Kararnamesi ilan edildi. İspanyol krallarının Elhamrâ Sarayı’nda imzaladığı kararnameye göre, tüm Yahudiler ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldı ve mal varlıklarını yanlarına alma hakkı dahi tanınmadı. Ancak Hristiyanlığa geçenler sürgünden muaf tutulmuşlardı. Bu kişilerin gerçekten Hristiyan olup olmadıklarını belirlemek için paranoyakça teftişler ve çapraz sorgulamalar başlatıldı. Engizisyon mahkemeleri insanlara büyük eziyetler çektirerek onları domuz eti yemeye zorluyor ve yalan söyledikleri takdirde onları ölüme mahkûm ediyorlardı. Kilise idamları kan dökmeden gerçekleştirmeyi tercih ediyordu. Bu yüzden insanlar yakılarak çok acı bir şekilde öldürülüyordu. O dönemde sürgün edilen ve din değiştiren Yahudilerin sayısını tahmin etmek oldukça zor. Bazı kaynaklara göre yaklaşık 150.000 Yahudinin İber Yarımadası’ndan sürüldüğü söylenmektedir.2 İber Yarımadası’nın yeni hâkimlerinin Yahudi cemaatine yaşam hakkı tanımayınca, Yahudiler yeni bir yurt arayışına girdiler. Bu göçlerin çoğu öncelikle Osmanlı topraklarına yoğunlaşmış, daha sonra İtalya ve Hollanda’ya göç edenler de olmuştur. Ancak Engizisyon korkusu nedeniyle Avrupa ülkeleri pek tercih edilmemiştir.3 Zamanla Balkanlar’da, Selanik ve İstanbul gibi şehirlerde büyük Yahudi cemaatleri oluştu. Bu cemaatler, Osmanlı’da bulundukları mahallelerin isimleriyle bilinmekteydiler. Galata, Pera, Şişli, Sirkeci, Kuzguncuk, Marmara Kıyıları ve Adalar cemaatleri bu isimlendirmelere örnek teşkil etmektedir. Ayrıca Yahudi göçmenlerin yerleştikleri bölgelere isim verdiği de olmuştur. Örneğin, Karai Yahudilerinin yerleştiği bölgeye “Karaköy” denilmiştir.4

Peki neden Osmanlı Devleti tercih edilmişti?

Bunu farklı sebeplere dayandırabiliriz; Osmanlı’nın kozmopolit bir devlet olması ve İslam devletlerindeki hoşgörü anlayışı göz önünde bulundurulduğunda, farklı din ve ırkları bir arada tutabilmesi önemli bir etkendir. Ayrıca mevcut iktisadi altyapı göçmenlere iş olanakları sunuyordu. Bu göç tabii ki Osmanlı’ya da cazip gelmekteydi zira büyük devletler genellikle ticarete ve ekonomiye katkı sağlayabilecek kişileri yanlarında istiyordu.

Yahudi halkının kabulünde Sultan II. Beyazıt’ın etkisi büyüktü çünkü bu kabulü bizzat kendisi onaylamıştı. Padişah, yumuşak huylu, nahif ve sakin bir kişiliğe sahipti; şehzadelik döneminde sıkça ilim meclislerinde bulunurdu. Bu göçün Osmanlı’ya iktisadi anlamda büyük katkı sağlayacağına inanarak, sığınacak bir liman arayan insanların yaralarını sarmak için kapılarını açmakla kalmadı, aynı zamanda ülkeye güvenli bir şekilde getirilmelerini de sağladı. 5

O dönemde Osmanlı’ya yerleşen ve günümüzde hâlâ Türkiye’de yaşayan bu Yahudi göçmenler genellikle “Sefarad Yahudileri” olarak biliniyorlar. Osmanlı’ya göç ettikten sonra bazıları o süreçte saray hekimliğine kadar yükselmiştir. Bu grupta Hekim Yakup, Jozef Amon, Moşe Amon ve Daniel Fontesca gibi önemli isimler yer alır.

Ülkelerinden sürülen Müslüman ve Yahudilerin hâlini Ebü’l Beka er-Rundi şu dizelerde aktarıyor:

Görülmedi tarihte bir böylesi felaket

Geçse de binlerce yıl, unutulmaz bu âfet

İktidar kavgasıydı mahveden Endülüs’ü

Beyinsiz muhterisin ham ervahına lanet!

Bugün yerde sürünen dün aziz olan millet

Namus ayak altında, bu ne korkunç bir zillet

Zulmün egemenliği her şeyi ezip geçti

Yaş kalmadı gözlerde, bu ne dermansız illet6

dipnotlar

1 Bulut, Y. (2016). Oryantalizmin Kısa Tarihi. Küre Yayınları, s.43.

2 Eriksen, T. B.; Harket, H.; Lorenz, E. (2019). “Judenhass: Die Juden in Spanien”, Vandenhoeck & Ruprecht Verlage.

3 Kaplun-Kogan, W. W. (1913). Die Wanderbewegungen der Juden. De Gruyter Verlag.

4 Ocak, H. F. (2018). “Endülüslülerin Osmanlı Ülkesine Göçü Ve Entegrasyonu.” Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 1 (1), 17-31.

5 Ocak, H. F. (2018). “Endülüslülerin Osmanlı Ülkesine Göçü Ve Entegrasyonu.” Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 1 (1), 17-31.

6 Kaya, M. (2018). İslâmî Edebiyatta Şaheserler, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, s.318.

Telve’nin 12. sayısını okumak için tıklayınız.

Telve'nin tüm sayılarını okumak için tıklayınız.


İlgili Haberler

kardes-topluluklar
Kardeş Topluluklar

YTB Başkanı Abdullah Eren Irak’ta gerçekleştirilen nüfus sayımına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Eren, Kerkük’ün demog

Cuma, 22 Kasım 2024

her-boydan
Her Boydan

Nijeryalı uluslararası öğrencimiz Ali Fahd'dan bir şiir: "Çayın Özü"

Cuma, 22 Kasım 2024

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024