Kızıl Yol – Futbol
Perşembe, Mayıs 9, 2024Yaşananlar öyle basitçe unutulacak türden değildi. Selaydin, kabusların uykuları böldüğü gecelere hapsolmuştu. Binlerce koridoru hep aynı yere çıkan bir labirentte mahsur kalmıştı sanki. Sürekli bir çıkış yolu arayışındaydı. Dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyordu.
Kendisini bu dertten kurtaracak şeyin varlığından henüz haberi yoktu. İçindeki ızdırabı bir an olsun dindirmek için her türlü yolu denedi. Her ne yaptıysa, her ne denediyse korkunç anıları hafızasından silemedi. Hayatı boyunca onlarla yaşamak zorundaydı. Kötü günlerle baş etmeye çalıştığı sırada yeni bir alışkanlık edinmişti. Gazi Baba’nın tepesindeki türbenin hemen yanı başında duran taşın üstüne oturup, Üsküp’ü seyrederek derin düşüncelere dalmak hoşuna gidiyordu. Orası sonsuz rüyalara dalabildiği sessiz ve sakin bir yerdi. Bazen hiç farkında olmadan saatlerce kaldığı olurdu. Bu sürede yıkılan hayallerini bir yapbozun parçalarını tek tek birleştirir gibi bir bütün haline getirmeye çalışırdı. Kimileyin öyle derin düşüncelere dalıp kendinden geçerdi ki bir anlığına da olsa tüm karanlık duyguları kalbinden ve zihninden silip atardı. Zihninde sadece onu rahatlatan şeyleri canlandırır, kalbini huzurla doldururdu. Gerçek hayata dair bütün olguların üzerine bir çizgi çekerek son günlerde bir hayli yorgun düşen ruhunu dinlendirirdi. Ailesi ile geçirdiği mutlu günler ve mahalledeki çocuklarla oyun oynadığı anlar hayallerini süsleyen en önemli ögelerdi. Bunların dışında neredeyse 15 16 Hüseyin Musli hiçbir şey ne hayatına bir anlam katabiliyor ne de karanlık günlerini aydınlatabiliyordu.
Selaydin’in bir sevinç kaynağı da futboldu. Futbol oynamaktan büyük bir zevk alıyordu. Futbol denildi mi akan sular durur, her şeyi bir kenara bırakırdı. Mahalledeki futbol maçlarının hiçbirini kaçırmazdı. Bazen mahalledeki akranları yanında yokken, tek başına topla uzunca vakit geçirirdi. Sırf futbol oynamak için bazen evden bazen de okuldan kaçardı. Ne annesi ne de babasının azarlarına kulak asmayıp bildiğini okurdu. Okul çıkışında futbol oynayacağı gün derslere topla birlikte girer, öğretmenleri topu bırakmaya bir türlü ikna edemezlerdi. Arkadaşlarıyla top bulamadığı zamanlarda, naylon poşet, gazete, çorap, eski eşya gibi önüne gelen çeşitli malzemeleri bir araya getirip, yuvarlak şekil yaparak, top olduğuna dair hiçbir belirtisi olmayan bu nesneyle bile büyük bir haz alarak oynarlardı. Onun futbol sevgisi böyle bir şeydi.
Selaydin, oynadığı kadar futbol seyretmeye de bayıldırdı. Çoğu kez mahallenin büyüklerinin peşine takılıp tribünden maç izlemeye giderdi. Tribünlerde çekişmeli karşılaşmalar izler, büyük heyecan yaşardı. Tribünlerde geçirdiği her saniyede futbola olan sevgisi arttıkça artardı. Radyo ve televizyondan milli takımın heyecanlı karşılamlarını da takip ederdi. Çocukluğunda Avrupa ve Dünya kupası maçlarını izleme şansına sahip olmuştu. 1960 Avrupa ve 1962 dünya kupalarında Yugoslavya milli takımının maçlarını takip etmişti. Bu maçlarda yaşadığı o heyecan, o coşku futbola adeta aşık olmasına neden olmuştu. Eş, dost, akraba, konu komşu, onlarca kişi bir araya toplanmış Avrupa kupasında Yugoslavya milli takımının müsabakalarını küçücük radyodan heyecanla dinlemişlerdi. Avrupa Kupası, Selaydin’in hafızasında büyük bir iz bırakmıştı. Yugoslavya milli takımı grubu atlamış, yarı finalde ev sahibi Fransa milli takımıyla Kızıl Yol 17 karşılaşmıştı. Bol gollü maçta kazanan Yugoslavya olmuş, kupaya bir adım daha yaklaşmıştı. Selaydin, radyo spikerinin her gol bağırışlarında, büyük bir mutluluk yaşamıştı. Sovyetler Birliği ile final oynayan Yugoslavya’nın yenilmesine çok üzülmüşlerdi. Mahallede televizyonu olan birkaç aile vardı sadece. Televizyonu olan o birkaç ev 1962 yılında bütün mahalleliyi konuk etmişti. Çünkü dünya kupası vardı ve mahalleli ilk kez dünya kupası maçlarını televizyondan izlemişti. Dünya yıldızlarının futbol oynayışlarını gözleriyle görmüşlerdi. Böyle bir duygu daha önce yaşanmamıştı. Dünya sanki o siyah beyaz küçük ekrana sığmıştı. O sene futbol dünyasına damga vuran ‘Sambacı’ Brezilyalılar herkese olduğu gibi Selaydin’e de futbolu daha fazla sevdirmişti. Yugoslavya ligiyle de yakından ilgileniyordu. Ara sıra televizyondan, bazen radyodan, çoğu kez de gazetelerden Crvena Zvezda takımını büyük bir heyecanla takip ederdi. Bilhassa Kızıl Yıldız ile Partizan arasında oynan derbilerde mahalle adeta ikiye ayrıldırdı. O maçlarda büyük coşku yaşanırdı. Birileri kırmızı beyaza, diğerleri de siyah beyaza bürünürdü. Selaydin, Kızıl Yıldız taraftarıydı. Kızıl Yıldız’ın futbolcularından Dragan Džajić’in pasları, Zoran Prljinčević’in gollerine kendi atıyormuşçasına sevinirdi. İzlediği o maçlar, o goller Selaydin’deki futbol sevgisinin temellerini atmıştı. Futbola olan bağlılığı sağlam temeller üzerindeydi. O da futbolcu olmak ve goller atmak istiyordu.
Gazi Baba’nın tepesinde, dış dünyayla tüm ilişkilerini kestiği o taşın üzerinde, gözlerini kapatır, dakikalarca Kızıl Yıldız’ın kırmızı-beyaz formasıyla goller attığını, radyo spikerinin ismini heyecanla bağırdığını, binlerce taraftarın onun golüyle ayağa kalktığını hayal ederdi. Gözlerini açtığındaysa ümitlerini yitirir, bunların sadece bir hayal olduğunun farkına varırdı. Tüm bunlar ulaşılması imkansız hayaller gibi geliyordu. Mahallesinin dar sokaklarında oy- 18 Hüseyin Musli nadığı futbolla, radyoda dinlediği, ara sıra televizyonda da izlediği o futbolun arasında kocaman uçurumlar vardı. Uçurumlarda kayboluyor, ümitsizliğe kapılıyordu. Her şeye rağmen içinde küçük bir ümit hep canlı kalmaya devam ediyordu. Çünkü futbolu koşulsuz şartsız her haliyle seviyordu, hem oynamayı hem izlemeyi hem de futbolla ilgili hayal kurmayı.
Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın.