Menzile Koşan Süvariler – Büyük Bozgun

Cuma, Mayıs 10, 2024

Her şey Havva’yla Âdem’in cennetten gönderilmesiyle başladı.

Önce yasaklar çiğnendi, hayâ vuku buldu. Derken bitmek bilmeyen yolculuklar başladı. Gerçeklikten düşe doğru. Sonra yasaklar çiğnemek için var oldu ve hayâsızlık hüküm sürmeye başladı. Uzun bir yolculuktu. Sonunda beyaz, siyaha siyah da beyaza dönüşebilirdi. Ben mi? Ben bu yolculuk kervanına daha kundaktayken katıldım. Siyahtan beyaza mı, beyazdan siyaha mı dönüştüm bilmiyorum. Mavi olmadığım kesin ama siyah da değilim.

— Beyaz mı?

— Hayır! Beyaz en son kundakta beni dedeme emanet ettiklerindeydim. Ondan sonra beyazı ne görebildim ne duyabildim. Geri gelmemek üzere beni bırakıp gitti. Yanlış anlamayın, bulmaya çalışmadım değil, çok aradım. Aradık. Evine gittik, ayaklarına kapandık. Olmadı. Tekrar bulduk, yine gittik. Kapısını çaldık ama açmadı. Sonra gitmeyi bıraktık. Ya bırakmasaydık? Belki üçüncü de olurdu. Bilge ve gururlu bir adamdı dedem. Babamı da öyle yetiştirmiş. Ben görmedim, öyle diyorlar. Lâkin amcamları gördüm, onlar da öyleydi. İlk çocuk olduğu için adını Ferad koymuşlar babamın. Rahmetli nenem Ferad Aga’nın kızıymış. Ta o zaman daha okumuş, etmiş. Ziraat mühendisiymiş. Tayini anamların köyün o taraftaki kooperatife çıkmış. Bizim köyden oraya gitmek bir gün sürermiş. Dedem öyle anlatırdı. Anamla da zaten orada evlenmişler. Köylüler allem etmiş kallem etmiş aklını çelmişler. Dedem garibim en küçük çocuğunu yangında, diğerlerini de yoksullukta kaybettiği için babamı yanından ayırmak istememiş ama taksirat işte. Ferad’ına kıyamazken benim yüzümden kalan ömrünü diğer çocuklarına da hasret geçirdi. Babam, kırkım çıkmadan veremle girdiği savaşa yenilmiş.

Hikâyem, babam göçüp gittikten sonra başlamış. Kader işte, bizimki de bozgun yıllarına denk düşmüş. Ölen ölmüş, giden gitmiş. Babamı toprağa verdikten hemen sonra anamın babası, ana vatana göç ediyoruz diyerek anamı da almış; beni dedemin kucağına tutuşturmuş. Anam dediğime bakmayın, biyolojik anam. Benim hiç anam olmadı. Ben hiçbir zaman birine “ana” demenin nasıl bir duygu olduğunu bilmedim. Ana lafını duyduğumda bir bıçağın kalbimi çizdiğini hissederdim sadece. Vücud alışınca zamanla atılan çizikler de acıtmaz oldu. Dedem vardı benim. Elimi hiç bırakmayan. Dede derdim ben, yere her düştüğümde. Beni elimden tutup kaldıracak tek kişi oydu çünkü. Dede diye ağlardım ben, canım yandığında. Gözyaşlarımı silecek tek kişi dedemdi çünkü.

Ah, Ali İbrim ah! Nenemle birlikte toprağa verdiği beşinci canmış babam. Toprağa verdiği canına mı yansın, yoksa kucağındaki bana mı? Ağlamış mıydı bilmiyorum. Ama o an onun benim gözyaşlarımı sildiği gibi ben de onunkileri silmek isterdim.

Beni bir daha hiç bırakmamak üzere kucağına alıp köye dünmüş. Üstüme titrediğini hatırlarım. Kim bilir diğer çocuklarını da benim gibi bakabilseymiş belki şu an hayatta olurlardı. Benden önce belediye başkanlığı yapmış dedem. Köyü kalkındıracağım diye eve uğramadan çalışırmış. Garibim devletten tek bir dinar bile almamış. Elindekileri de fakire fukaraya dağıtırmış. Ambardaki buğday, ahırdaki sütle fakirleri sevindirirmiş. Evdekiler de açlıktan kırılmış o dönem. Geriye kalan dört çocuğun ikisi muhacir olmuş, ikisi köyde kalmış. Yuva oldular bana. Okula başladığım günü hatırlarım. Elimden tutup okula götürürdü her gün. Elimden tutmadığı bir an yoktu. Her ne kadar yıllara meydan okumaya çalışsa da yaşlanıyordu. Ama yaşlandığının farkındaydı.

Birinci sınıfı bitirdikten sonra, toparlan gidiyoruz, dedi. Nereye gideceğimizi sormadım. Çıktık yola. Yürüdük, yürüdük, yürüdük... Yoruldum, dedim beni kucağına aldı, yürümeye devam etti. Bazen maviye uzanan ağaçların arasından, bazen derelerin kenarından geçtik. Vardığımız yerde bizim gibi birçok insan vardı. Ellerinde bohçaları, kucaklarında çocuklarıyla bekleşiyorlardı. Sonra bir ses duyulmaya başladı. Kederli ama bir o kadar da ilginç.

— Bak bu tren! Şimdi ona bineceğiz.

— Nereye gidiyoruz?

— Ana vatana. Herkesin gittiği yere. Taş, yerinde ağır biliyorum ama yapacak bir şey yok. Elden ayaktan kesilmeye başlıyorum yavaş yavaş. Ananın kapısını çalacağız. Seni görünce dayanamaz. Belki kucak açar sana.

Açmadı.

Koca Ali İbrim dedem, yazın kavurucu sıcağında trenden inince Halil İbrahim oldu; ben de Fatma oldum. Herkes bizim gibi konuşuyordu ama kimse ne dediğimizi anlamıyordu. Tutunamadık oralarda. Tekrar trene binip gerisin geri döndük. Döndük dönmesine de dedem iyice yaşlanmıştı. Ardımız sıra en küçük amcam da göç etmiş. Evde bir tek Üsin amcam, Atice yengemle çocukları kalmış. Yine olmadı. Dikiş tutturamadık, yine düştük yollara. Bu sefer ben, dedemden daha hızlı yürüyordum.

Hayat benim için ne zaman karardı biliyor musunuz? İkinci sefer anamın kapısını çaldığımızda. Dağ gibi dedem yıkılmıştı. “Yapma, etme Sevdiye, ölüyorum. Benden sonra bu çocukçağıza kim bakacak,” dediğini duydum. Biri kucağında diğeri yanında duruyordu Sevdiye’nin. Adı Sevdiye imiş, bilmiyordum. Adı bile sevmekle başlayan biri nasıl bu kadar sevgiden yoksun olabilir! Kocası kapıyı yüzümüze kapadı. Dedemin elini sıktım. Yolculuğa devam ettik.

— Korkma dede. Beni sen büyüttün. Artık büyüdüm.

Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayın. 


İlgili Haberler

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024

baglar
Bağlar

Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını kon

Çarşamba, 20 Kasım 2024

duyurular
Duyurular

Sözleşmeli Bilişim Personeli Alım İlanı

Çarşamba, 20 Kasım 2024