Memleket Bağı

Pazartesi, Şubat 20, 2023

Kişilerin kimliğinin bir parçasıdır “memleket”. Mem­leketle, memleketliyle olan bağımız aidiyet geliştir­memizi sağlayıp sosyal kimliğimizin, benliğimizin bir parçası hâline gelir.

Bağlarla tutunuruz hayata. Canlı cansız tüm var­lıklarla bağ kurma eğilimindeyizdir. Bizim olan, “biz” duygusunu uyandıran kişiler, eşyalar, mekânlar kıy­metlidir.

Eşya ile yapılan deneylerde; örneğin, maddi karşılı­ğı 5 birim para olan vazoyu birine verip o kişiye bir süre sonra 5 birim para ödenmesine rağmen bir­çok kişi, değeri karşılığında vazoyu geri vermekte zorlanmıştır. Çünkü burada eşyayla kurduğumuz bir bağ söz konusudur. Çocukluğumuzun geçtiği ma­halleyi, ilk gittiğimiz okulu, doğduğumuz hastaneyi gördüğümüzde duygulanırız. Aynı şekilde memle­ket olarak kabul ettiğimiz, “bağ” kurduğumuz yer ve onunla ilişkili semboller de kıymetlidir.

Bilhassa memleketten uzaktayken, onu çağrıştıran her şey duygulandırır, ona kavuşma anının haya­li bile heyecanlandırır insanı. Gurbette yaşayanlar için Türkiye sınır kapılarını görmek, onların yoğun duygulara ev sahipliği yapan dakikalar geçirmele­rine sebep olur. Örneğin; Kapıkule kimileri için vuslat kimileri için vedadır, ama her hâlükârda duygulan­dırır insanı.

Kişilerin kimliğinin bir parçasıdır “memleket”. Mem­leketle, memleketliyle olan bağımız aidiyet geliştir­memizi sağlayıp sosyal kimliğimizin, benliğimizin bir parçası hâline gelir.

Vatan şairi unvanını kazanmış olan Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nın birçok dizesinde memle­ket aşkını işlerken, memleketten ayrı kalmamanın münacatını “Etmesin tek vatanımdan beni dünya­da cüdâ” dizesinde işler. Bu dizeyi kendisinden bir önceki mısra ile ele aldığımızda, Akif’in vatandan ayrı kalmanın sevdiklerinden ayrı kalmaktan, hatta ölümden bile daha zor olduğunu tasvir ettiğini gö­rürüz.

Peki Neresidir Kişinin ”Memleketi”?

Bir taraftan kişinin memleketi “doğduğu yer değil, doyduğu yerdir” deriz. Ama diğer taraftan doyduğu yeri memleketi olarak benimsese de doğduğu, bü­yüdüğü veya sadece ailesinin köklerinin dayandığı yer de kişiler için özel bir anlam taşır çoğu zaman. Bazıları için doğduğu ve doyduğu yer birdir. Ama ki­mileri doğduğu yerleri terk etmek durumunda kalır veya farklı yerlerde yaşamayı tercih edebilir. Göç sebebi, gittikleri yerlerde karşılaştıkları muamele, şartlar orayı memleket olarak kabul edip etmeme­de ve göçün kişi üzerinde oluşturacağı etkide en temel belirleyici faktörlerdir. Örneğin, zorunlu göçte, bilhassa savaş gibi, ardımızda bıraktığımız vatanın yok olma tehlikesi bile potansiyel bir travma sebe­bi oluşturabilir. Zorunlu göç kişinin mekânsal, sosyal bağlarına vurulan ciddi bir darbedir. Manevi kaybın yanı sıra çoğu zaman statü ve maddi kayıpları da beraberinde getiren zorunlu göç, göç kategorisin­de kendine has özel bir risk taşır.

Sebebi ne olursa olsun göç, psikoloji perspektifin­den potansiyel bir risk olarak değerlendirilir. 17. yüz­yılda İsviçreli askerleri gözlemleyen bir hekim ta­rafından “vatan hasreti” olarak isimlendirilen mide ağrısı, ateş, düzensiz kalp atışları gibi bedeni ve melankoli ile ruh hâlini de etkileyen bir rahatsızlık tanımlanmıştır.

Modern psikolojide ise bunun karşılığı “uyum bozuklukları”dır. Bu bozukluk tanısını almaya sebep olabilecek psikososyal stresörlerden biri de göç kabul edilebilir. Göç, sevilen, özlenen, eksikliği hissedilen memleketten ayrılığın yanı sıra yepyeni hayat şartlarına ayak uydurma gerekliliği­ni de beraberinde getirir. Uyum bozuklukları tanısı alan kişilerin günlük işlevsellikleri zarar görebilir, iş hayatlarında ve sosyal hayatlarında da bariz bir bozulma gözlemlenebilir. Yaşanan bu gerginlikler uzun soluklu olursa psikosomatik hastalıklar ortaya çıkarabilir.

Tüm bu zorluklar ve beraberinde getirdiği mad­di-manevi külfetler, veda edilen memleketin ol­duğundan daha güzel bir şekilde hatırlanmasına, idealleştirilmesine de sebep olabilir. Memleket sev­gisi, bağlılığı gerekçesiyle nerdeyse tüm ömrünü yurt dışında geçirdiği hâlde yaşadığı ülkenin hak­larından mahrum olma pahasına vatandaşlığını almak istemeyen insanlar bilirim. Yıllarını geçirdiği, çalışıp emek verdiği, çocuklarını büyüttüğü ülkenin pasaportunu taşımak istememe durumu derin bir duygusal bağlılığın yanında yaşanılan ülkeye karşı aidiyet geliştirememeyle de ilişkilidir. Bu veya ben­zeri durumda olan kişiler bir ömür boyunca Araf’ta gibidir. Aidiyet hissettiği yerden uzak olmak ve aidi­yet oluşturamadığı bir yerde ömür tüketmek kişiyi yorar.

Memleket sevgisi hem şahısların hem de ülkelerin varlığı açısından önemlidir. Ancak sağlıklı olan yak­laşım, zaruret oluşturan durumlarda memleketten ayrı düşüldüğünde gidilen yeni yeri de benimseyip sevmeye hazır olmaktır. Memleketin rolü ve konu­mu burada anne-baba gibidir. Çocuklarıyla gönül bağı bir ömür devam eder, ancak sağlıklı olan bu bağ onların hayata atılmasının önüne geçmemeli­dir. Bu sevgi ve gönül bağıyla, köklerinden güç ala­rak sağlam adımlarla ilerleyip, arşın üzerindeki her yeri memleket bilebilmektir aslolan. Doğup büyü­düğü veya köklerinin dayandığı memleketle sağ­lıksız bir ilişki kurmak, sadece ondan kopamamakla gerçekleşmez. Memleketine karşı herhangi bir bağ hissetmeme, memleketini ilk fırsatta kaçarcasına terk etme isteği de hem şahıslar için hem memle­ketleri için sağlıksızdır. Bu bağın sağlıklı bir şekilde gelişmesi, şahıslara da memleketlerine de önemli kazançlar sağlayacaktır.


İlgili Haberler

telve
Telve

Dilara Gündüz’ün “Avusturya Göçü’nün 60. Yılı” sergisi, sadece fotoğraflarla değil, aynı zamanda derin insan hikâyeleriyle de

Perşembe, 21 Kasım 2024

baglar
Bağlar

Aliya’nın yakın dostu Mustafa Spahic ile Aliya ile tanıştığı yıllardan bugüne Aliya’yı ve onun düşünce mirasının anlamını kon

Çarşamba, 20 Kasım 2024

duyurular
Duyurular

Sözleşmeli Bilişim Personeli Alım İlanı

Çarşamba, 20 Kasım 2024